İşyerinin Değişmesi veya Naklinin Kıdem Tazminatına Etkisi
İşyerinin devredilmesi hadisesi uygulamada sıklıkla yaşanılan bir hadisedir. Hususiyle, ihale yoluyla iş alan firmaların yeni ihaleyi kazanamamaları sebebiyle, işçilerin ihaleyi kazanan başkaca bir firmada işçi olarak çalışmaya devam etmesi bir vakıadır. Bu vakıanın hukuki vasıflandırılması ise ehemmiyet arz etmektedir. Vasıflandırmadan önce İş Kanunun 14. Maddesinin 2. Fıkrasında belirtilen özel hükme değinmek icap etmektedir. Mezkur hükme göre; “İşyerlerinin devir veya intikali yahut herhangi bir surette bir işverenden başka bir işverene geçmesi veya başka bir yere nakli halinde işçinin kıdemi, işyeri veya işyerlerindeki hizmet akitleri sürelerinin toplamı üzerinden hesaplanır. 12/07/1975 tarihinden itibaren işyerinin devri veya herhangi bir surette el değiştirmesi halinde işlemiş kıdem tazminatlarından her iki işveren sorumludur. Ancak, işyerini devreden işverenlerin bu sorumlulukları işçiyi çalıştırdıkları sürelerle ve devir esnasındaki işçinin aldığı ücret seviyesiyle sınırlıdır”.
Kanun hükmünün incelenmesinden de görüleceği üzere, her iki işverenin kıdem tazminatından birlikte sorumlu olduğu ancak devreden işverenin sorumluluğunun işçiyi çalıştırdığı sürelerle ve devir anındaki işçinin aldığı ücret seviyesi ile sınırlı olduğu belirtilmiştir. Haliyle ortada müteselsil sorumluluk bulunmamaktadır. Her ne kadar doktrinde bazı yazarlar, işyeri devri halinde oluşan sorumluluğun müteselsil sorumluluk olduğunu belirtse[1] de; öğretinin kahir ekseriyeti müteselsil sorumluluk olmadığında ittifak halindedirler. Müteselsil sorumluluk esası kabul edilmediğinden, alacağın tümü üzerinden devralan ve devreden işverenlerin mesuliyeti bulunmamaktadır. O halde dava açılırken işverenlerin sorumluluklarının dilekçede gözetilmesi icap etmektedir. Nitekim Yargıtay bir kararında, eski devreden işverenin sadece kendi dönemi ile ilgili çalışmasından ve el değiştirme esnasındaki ücret seviyesiyle sınırlı olarak yeni işverenin ise her iki işveren zamanındaki çalışmalarının tümü göz önüne alınarak hesaplanacak kıdem tazminatı tutarından işyerini devraldığı önceki işverene, onun işçiyi çalıştırdığı süre ve davacı işçinin aldığı ücret seviyesi ile sınırlı olmak üzere gerçekleşen miktarı için rücu edebileceğine işaret etmiştir.[2]
İşyeri devri ile ilgili devralan ve devreden işverenlerin sorumlulukları belirtildiği şekildedir. Ancak bu kısmın ilk paragrafında belirtmiş olduğumuz ihale ile işveren değişikliği durumunda işçilerin konumunun nasıl değerlendirileceği meselesini incelemek icap etmektedir. Uygulamada muvazaa yoluyla işin bir bölümünün müteahhide verildiği görülmektedir. Bu halde asıl işveren gerçek işverendir. Hassaten müteahhit ve taşeronların değişmesine rağmen işçiler çalışmaya devam ediyorlar ise asıl işvereni kıdem tazminatından sorumlu tutmak gerekir.[3] Ancak muvazaa olgusunda kimsenin kendi muvazaasına dayanamayacağı ilkesini de göz önünde tutarak muvazaa yapan şirketi de kıdem tazminatından sorumlu tutmak icap etmektedir. İşçinin çalıştığı işyeri işveren tarafından ihale ile mütehhide intikal edip, ihale süresi sonunda müteahhidin ihaleyi kazanamayıp başkasının ihaleyi kazanmasına rağmen çalışmasını sürekli bir şekilde sürdürdüğü, hizmet akdini sona erdirmediği takdirde ihaleyi son olarak kazanan şirketin işyerini devir almış olması hizmet akdinin feshi şeklinde yorumlanamaz. İhale sonrası işyerinin başka bir işverene geçmesi halinde işçinin hizmet akdi feshedilmiş sayılmayıp yeni işverene geçer. Bu şekilde işyerinin devri işçiye fesih hakkı vermez.
İş Kanunun 6. Maddesinin 5. Fıkrasına göre “devir işçi yönünden fesih için haklı sebep oluşturmaz”. O halde sırf işçinin işyeri devredildi diye iş akdini sonlandırması kanunun açık hükmüne aykırılık teşkil edecek ve korunmayacaktır. Yine İş Kanunun 6. Maddesinde belirtilen iki yıllık süre sınırlamasının burada uygulama alanı bulmayacağını belirtmek gerekmektedir.[4] Öte yandan, işyerinin devri durumunda, işyerinde yürütülen işin değiştirilmiş olup olmamasının da, kıdem tazminatı açısından herhangi bir önemi bulunmamaktadır.[5]
Diğer yandan T.C. Emekli Sandığı Kanunu ve Sosyal Sigortalar Kanununa veya yalnız Sosyal Sigortalar Kanuna tabi olarak sadece aynı ya da değişik kamu kuruluşlarında geçen hizmet sürelerinin birleştirilmesi suretiyle, Sosyal Sigortalar Kanuna göre yaşlılık veya malullük aylığına ya da toptan ödemeye hak kazanan işçinin kıdem tazminatı son kamu kuruluşu işvereni tarafından ödenir. (İş Kanunu M14/IV)
Şu ana kadar incelemiş olduğumuz durum, işyerinin devri veya naklini ihtiva etmiştir. Peki iş sözleşmesisin devri durumunda nasıl hareket etmek gerekecektir. Hemen belirtmek icap eder ki; TBK 429’da, iş sözleşmesinin taraf iradelerine bağlı olarak devri halinde devreden işverenin kıdem tazminatından sorumluluğu konusunda, işyerinin devri halinde uygulama alanı bulan ve devreden işverenin kıdem tazminatından sorumluluğunu düzenleyen 1475 sayılı İş Kanunu m. 14/f.2 gibi bir düzenleme yer almadığından konu tartışmalıdır.[6] Doktrinde hakim olan görüş İş Kanunu 14/f.2’nin kıyasen doğrudan uygulanmasıdır.[7] O halde iş sözleşmesinin devri halinde de devralan ve devreden firmaların sorumlulukları cari olup; devreden firmanın sorumluluğu işçiyi çalıştırdığı süre ve devir esnasındaki ücret miktarı ile sınırlı olacaktır.
Burada ARSLANOĞLU’nun iş sözleşmesinin devrine ilişkin bir görüşünü incelemeyi uygun görüyoruz. ARSLANOĞLU’na göre “Devir sözleşmesinde kıdem tazminatının ödenmesiyle ilgili olarak özellikle devralan işverenin sorumlu olacağını belirten bir hükmün konulmasında engel bulunmamaktadır. Bu nedenle devir sözleşmesinde böyle bir hükmün bulunması halinde işverenlerin çalışılan dönem itibariyle oluşan sorumluluklarından söz edilemeyeceğinden, devreden işverenin de kendi dönemindeki çalışma süresi ve ücret düzeyi ile ilgili olarak işçinin kıdem tazminatından sorumlu olacağından bahsedilemeyecektir”.[8]Bu görüşü kabul etmek mümkün değildir. Zira iş sözleşmesinin devrinde taraflar eski ve yeni işverenlerdir. İşçinin ise bu devir işlemine yazılı rızasının alınması yetmektedir. O halde sözleşmenin tarafları arasında imza edilen devir sözleşmesindeki sorumsuzluk hükmünün işçiye teşmili şahsilik ilkesi gereğince mümkün değildir. Borçlar Hukukun genel prensibine aykırı olarak sözleşme devrindeki sorumsuzluk hükmünün işçi aleyhine olacağı ise aşikardır. İşçi lehine yorum ilkesi iş hukukuna hakim olan prensiplerdendir. O halde, işveren A ile mali durumu batık olan B firması arasında iş sözleşmesinin devri ile ilgili imza ettikleri sözleşmeye sorumsuzluk hükmünün konması işçinin kıdem tazminatını alamaması sonucunu doğuracaktır. Hukukun ise bu durumu korumayacağı aşikardır. Sözleşmedeki sorumsuzluk hükmünün ancak taraflar arasındaki iç ilişkide sonuç doğurabileceği söylenebilir.
[1] KORKMAZ; Bireysel İş Hukuku 257
[2] NARMANLIOĞLU Ferdi İş İlişkileri 600
[3] Somut olayda davacı, davalı Üniversiteye ait hastanede ihale ile verilen temizlik işi kapsamında kayden davalı K… Şirketi işçisi olarak sağlık memuru göreviyle çalışmıştır. Davacının yaptığı iş, hastanenin asıl işi olup mahkemenin muvazaa yönündeki tespiti yerindedir. Ancak Dairemizin yerleşik kararlarında da belirtildiği gibi asıl işveren-alt işveren ilişkisi muvazaalı dahi olsa <kimse kendi muvazaasından yararlanamaz> ilkesi uyarınca muvazaa yapan şirkette asıl işveren ile birlikte ödenmeyen kıdem tazminatından müteselsilen sorumludur. 9. HD., 2012/1266 E., 2014/6470K.
[4] ÇELİK&CANİKLİOĞLU&CANPOLAT 519
[5] TUNÇOMAĞ &CENTEL 240
[6] Ayrıntılı görüş incelemesi için bkz ZİNCİRLİOĞLU İş Sözleşmesinin Devri 203
[7] ALP’e göre “Kanunu 14/f.2’nin kıyasen uygulanmalıdır. Bu durumda devreden işveren devralan ile birlikte kendi döneminde doğmuş borçlardan iki yıl süre ile sorumlu olacaktır”. Bu görüş kanaatimizce doğru değildir. Örneğin devralan firmada 4 sene daha çalışıp iş akdini kıdem tazminatına hak kazandıracak şekilde sonlandıran işçinin bu görüş doğrultusunda eski işverene başvuramaması icap ederdi ki; bu durum Kanunun ruhuna da uygun düşmemektedir.
[8] ARSLANOĞLU, İş Sözleşmesinin Devri 544