Velayet
Hukuk Genel Kurulu, 22.12.2010 tarihli kararında velayeti şu şekilde tanımlanmaktadır: Ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri içerir. Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocukların şahıslarına bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu noktada; çocuğun, eğitim ile istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlak sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunan ana ve babanın, sayılan tüm bu unsurlar yönünden çocuğa örnek teşkil etmeleri, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimine ilişkin tüm önlemleri almaları gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. Bilindiği üzere; ergin olmayan çocuk ana babasının velayeti altındadır. Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velayeti birlikte kullanırlar. Ancak, boşanma kararının kesinleşmesiyle birlikte evlilik birliği sona erdiğinden velayetin beraberce kullanılma olanağı kalmamaktadır. ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hali gerçekleşmiş ise hakim, velayeti eşlerden birine verebilir. Velayet ana babadan birinin ölümü halinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa aittir. Ayrılık ve boşanma durumunda velayetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararlarıdır. Eş söyleyişle, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almaktır. Bu nedenle, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini engelleyen ve süreklilik arz edeceği anlaşılan her olay, tehlikenin büyüklüğü, doğuracağı onarılması güç sonuçlar değerlendirilerek ele alınmalı ve neticeye varılmalı; velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde öncelikle çocuğun yararı göz önünde tutulmalıdır. bu hususta ana ile babanın istek ve beyanlarından ziyade çocuğun menfaatlerinin dikkate alınması zorunluluğundan bahsetmiştir. Velayete ilişkin hususlar kamu düzenine ilişkin olduğu kabul edildiğinden, talep aranmaksızın, hakim tarafından resen düzenlenecektir. Hukuk Genel Kurulu’nun tanımından görüleceği üzere, esas olan çocuğun üstün yararıdır. Dolayısıyla, bu hususta anne babanın istek ve arzuları önem arz etmez.
Velayet hususunda hakimin oldukça geniş takdir yetkisi bulunmaktadır. Anne ve babanın bu konudaki beyanları hakim tarafından alınır. Ancak, bu beyanlar hakimi bağlamaz. Hakimin, velayetin kime verileceği noktasında bağlı olduğu tek husus, çocuğun üstün menfaatidir. Çocuğun üstün menfaati neyi gerektiriyorsa karar da ona göre verilecektir. Çocuğun üstün menfaatini sağlamak için dosyaya hakim tarafından pedagog atanır. Görevlendirilen uzmandan SİR (sosyal inceleme raporu) raporu istenir. Uzmanlar, taraflarla görüşüp, tarafların çocuğa sağlayacağı ortamları inceler ve küçük için yararlı olacak durumların araştırmasını yapıp, rapor oluşturur. Hakim, kural olarak SİR raporuyla bağlı değildir. SİR raporuna aksi yönde velayet kararı verilebilir. Ancak, uygulamada ekseriyetle bu rapor doğrultusunda karar verildiği görülmektedir. Taraflar, iki haftalık süre içerisinde SİR raporuna itiraz edebilirler. Velayet noktasında anlaşamayan tarafların getirecekleri pedagog raporu, mahkemece değerlendirmeye alınmaz. Hakim tarafından sevk edilen SİR raporu gerekmektedir.
Velayet kararında dikkate alınacak hususlar
‘’tarafların çocuğunun cinsiyeti, doğum tarihi, eğitim durumu, kimin yanında okumakta olduğu, talepte bulunanın çocuğun eğitim durumu ile ilgilenip ilgilenmediği, sağlığı, sağlık durumuna göre tedavi olanaklarının kimin tarafından sağlanabileceği gibi özel durumuna ilişkin hususlar göz önünde tutulmalıdır. Velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde ana babadan kaynaklanan özelliklerin de dikkate alınması kaçınılmazdır. Bu nedenle, mahkemece çocuğu başkasına bırakma, ihmal etme, kaçırma, iradi olarak terk etme, yönlendirme hususları ile tarafın velayet talebinin olup olmaması, şiddet uygulaması, sadakatsizliği, ekonomik durumu, mesleği, yaşadığı ortam, kötü davranışı, alkol bağımlılığı, sağlığı, dengesiz davranışları dikkate alınmalıdır.
Mahkemece, açıklanan özellikler yanında mümkün oldukça çocuğun alıştığı ortamın değiştirilmemesine, kardeşlerin ayrılmamasına özen gösterilmeli, velayetin verileceği taraf yanında kalmasının çocuğun bedeni, fikri, ahlaki gelişmesine engel olup olmayacağı yönünde ciddi ve inandırıcı delil olup olmadığı veya hemen meydana gelecek tehlikenin varlığının ispat edilip edilemediği hususları da mutlaka değerlendirilmelidir.’’(Yargıtay HGK E. 2010/2-649 T.22.12.2010)
Velayet kararında çocuğun görüşü
Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3 ve 6. maddeleri idrak çağındaki çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşünün alınması ve görüşlerine gereken önemin verilmesini öngörmektedir. Yargıtay, 8 yaş ve üzerini idrak yaşı olarak kabul etmektedir. Bu cihetle, 8 yaş ve üzeri küçüğün görüşü alınmadan karar verilmesi doğru değildir. Küçüğün görüşü, velayetin kime verileceği noktasında önem taşımaktadır ancak, karar için esas değildir. Hakim, çocuğun üstün yararı gerektiriyorsa görüşlerinin aksine karar verebilir.
‘’Velayeti anneye bırakılan çocuklardan Musa, Eyüp ve Ömer’in davalı baba yanında kaldıkları ve okula devam ettikleri anlaşılmaktadır. Küçüklerin Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 12. maddesi gereğince mahkemece veya istinabe yoluyla bu konudaki görüşlerinin alınması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde velayet düzenlemesi doğru görülmemiştir.’’ (Yargıtay 2.HD. E.2008/389 K.2009/4250 T.10.03.2009)
‘’Eşlerin ergin olmayan çocukları varsa hakim, ana ve baba ile çocuklar arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümlere göre gereken önlemleri alır (TMK m. l97/son). Ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hali gerçekleşmişse hakim velayeti eşlerden birine verebilir (TMK m. 336/2). Olayları açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme hakime aittir. Anne ve baba arasındaki evlilik birliği halen devam ettiğine göre, davacı annenin velayetlerle ilgili talebi, Türk Medeni Kanunu’nun 197/son ve 336/2. maddeleri gereğince, müşterek çocukların velayetlerinin tedbiren kendisine verilmesi isteğini içermektedir.
Geçici nitelikte bile olsa, çocuğun velayetinin düzenlenmesinde asıl olan çocuğun üstün yararıdır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3 ve 6. maddeleri idrak çağındaki çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşünün alınması ve görüşlerine gereken önemin verilmesini öngörmektedir. Çocukların üstün yararı gerektirdiği takdirde, görüşlerinin aksine karar verilmesi mümkündür. Velayet kamu düzenine ilişkin olup, re’sen araştırma ilkesi geçerlidir. Bu nedenle yargılama sırasında meydana gelen gelişmelerin bile göz önünde tutulması gerekir.
Mahkemece; yaşı gereği idrak çağında bulunan 2004 doğumlu Emirhan’ın velayet konusunda görüşlerine başvurulmamış, çocukların üstün yararının belirlenmesi bakımından anne ve babanın yaşam koşulları ve çocuklara bakım olanakları konusunda bir araştırma yapılmamıştır. Toplanan delillerden; tarafların uzun süredir fiilen ayrı yaşadıkları anlaşıldığına göre, mahkemece 4787 sayılı kanunun 5. maddesi uyarınca görevlendirilecek uzman veya uzmanlar vasıtasıyla tarafların yaşam koşulları ile ilgili inceleme yapılması; anne ve babanın gerektiğinde mahkemece bizzat dinlenerek ekonomik ve sosyal durumları ile çocuklara bakım olanakları konusunda kendilerinden bilgi alınması ve idrak çağında bulunan ortak çocuk …. mahkemece bizzat dinlenerek velayet konusunda görüşlerinin alınması ile tüm deliller birlikte değerlendirilip gerçekleşecek sonucuna göre, Türk Medeni Kanunu’nun 197/son ve 336/2. maddeleri kapsamında bir önlem olarak geçici velayet düzenlemesi yapılması gerekirken, bu taleple ilgili yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olmuş, bozmayı gerektirmiştir.’’ (Yargıtay 2.HD E.2016/8661 K.2016/9147 T.04.05.2016)
Kusurun velayet kararına etkisi
Boşanmada kusurluluk durumu, velayetin verilmesi noktasında çok büyük rol oynamaz. Hakim, boşanmada kusurlu olsa dahi çocuğun menfaatine daha iyi olacağına kanaat getirdiği tarafa velayeti verebilir. Bu konuyla ilgili 2. Hukuk dairesinin 06.03.1962 646/1497 künyeli kararında, mahkemece ananın zinası sabit olmasına ve kusurun annede bulunmasına rağmen, çocukların üstün menfaati gereğince velayet anneye bırakılmıştır.
‘’Taraflar arasında evlilik birliğinin davalı-karşı davacı annenin ağır kusuru ile son bulduğu hususlarında uyuşmazlık bulunmadığı açıktır. Ne var ki, 27.01.2004 doğumlu Tarık’ın yaşı dikkate alındığında annenin yakınlığına ve şefkatine muhtaç bir yaşta olduğu, benliğinin geliştiği bu yaşlarda ana yoksunluğunun derin izler bırakabileceği gözetilerek velayetin anneye bırakılması uygun olacaktır.’’(Yargıtay HGK E.2010/2-649 2010/683 22.12.2010)
Çocuğun yaşının velayet kararına etkisi
Velayet kararında en büyük etken, küçüğün yaşıdır. Özellikle 0-3 yaş grubu küçüklerin velayeti, anneye bırakılır. Bunun sebebi, 0-3 yaş grubundaki küçüklerin anne bakımına muhtaç olmasıdır. Annenin ekonomik durumu, yaşam standartları çok büyük önem arz etmez. Söz konusu çocuğun üstün menfaati olduğundan ve en üstün menfaat anne şefkati olarak kabul görüldüğünden, annenin yanında kalması, çocuk için çok büyük sıkıntı teşkil etmiyorsa velayet anneye bırakılır.
‘’Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, ve özellikle, gerek öğreti ve gerekse yargısal kararlarda anne bakım ve şefkatine muhtaç olan Çocuğun velayet hakkının anneye verilmesinde küçüğün yararı bulunduğu konusunda hiçbir duraksama görülmemekte bu gibi durumlarda velayetin anneye verilmesi yerleşik bir uygulama oluşturmaktadır. (Yargıtay 2.H.D.23.1.2001 gün, 14230 -1048 sayılı, aynı dairenin 20.3.2000 gün 1529-3266 sayılı ve 26.1.1999 gün 12808-117 sayılı kararları) Somut olayda Küçük 4 yaşında olup, anne şefkat ve bakımına muhtaç bulunduğunda kuşku yoktur.’’ (Yargıtay HGK E.2002/2-451 K.2002/466 T.05.06.2002)
Çocukla kişisel ilişki tesisi
Türk Medeni Kanunu’nun 182. Maddesine göre, hakim, kendisine velayet verilmeyen tarafın çocuk ile ilişkisini düzenlemek zorundadır. Türk Medeni Kanunu’nun 323. maddesi ‘’ Ana ve babadan her biri, velâyeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahiptir.’’ Demek suretiyle, velayet kendisine bırakılmayan tarafın talep hakkından bahsetmiştir. Ancak, hakim velayet kararı verirken, talep aramaksızın kişisel ilişkiyi tesis eder. Kişisel ilişki kurulurken çocuğun üstün menfaati göz önünde bulundurulur. Çocuğun yaşı, kişisel ilişkinin kurulmasında önem arz eder.
‘’Müşterek çocuk ……….. 10.07.2013 (3 yaş) doğumludur. Mahkemece davalı baba ile çocuk arasında “aynı yerde oturmaları halinde her ayın 1. ve 3. haftaları cumartesi ve pazar günleri ile dini bayramların 2. ve 3. günleri sabah saat 09:00’dan ertesi gün akşam saat 17:00’ye kadar; her yıl 1 Temmuz günü sabah saat 09:00’dan 31 Temmuz günü saat 17:00’a kadar, farklı yerde oturmaları halinde her yıl 1 Temmuz günü sabah saat 09:00’dan 31 Temmuz günü saat 17:00’a kadar” kişisel ilişki kurulmuştur. Velayeti anneye verilen müşterek çocuk halen anne bakım ve şefkatine muhtaç olması nedeniyle, uzun süreli olarak anne yanından ayrılması çocuğun bedeni ve fikri gelişmesine engel olacağı gibi, davacı annenin velayet görevini gereği gibi yerine getirmesine de engel olacaktır. Kişisel ilişki kurulmasına ilişkin kararların değişen şartlara göre her zaman değiştirilmesi mümkündür. Baba ile müşterek çocuk Haktan arasında daha kısa süreli şekilde kişisel ilişki düzenlenmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmadığı gibi tarafların aynı il sınırları içerisinde ikamet ettikleri ve günümüz ulaşım koşulları dikkate alındığında kişisel ilişki tesis edilirken aynı yer-farklı yer ayrımı yapılması da doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.’’ (Yargıtay 2. HD. E.2015/8979 K.2016/588 T.14.01.2016)
Çocuğun bakım masrafları
Velayet kararı ile velayet hakkı kendisine bırakılan eş, çocuğa bakmakla mükelleftir. Ancak, bu durum velayet kendisine bırakılmayan tarafın yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Velayet kendisine bırakılmayan taraf, gücü oranında bakım masraflarına katılmak zorundadır. Dava süresince tedbir nafakası olarak bir miktar paraya hükmedilebilir. Dava sonuçlandıktan sonra iştirak nafakası olarak devam eder.
‘’Velayet kendisine tevdi edilmeyen taraf, ekonomik imkanları ölçüsünde müşterek çocuğunun giderlerine katılmakla yükümlüdür. Diğer taraftan, iştirak nafakası belirlenirken ana ve babanın ekonomik durumları gözönünde tutulmakla birlikte velayet hakkı kendisine tevdi olunmuş tarafın bu görev nedeniyle emeğinin ve yüklendiği sorumlulukların karşılığı olağan harcamaların da dikkate alınması zorunludur. Ne var ki, nafaka miktarının belirlenmesine esas alınması gereken giderlerinin makul sınırlar içinde kalmasına özen gösterilmesi gerekir.’’ (Yargıtay 3.HD. E.2015/14765 K.2015/14765 T.2015/14765)
İştirak nafakası(çocuk nafakası) ne zamana kadar ödenir?
Türk Medeni Kanunu’nun 328. Maddesi, ‘’ Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler’’ hükmünü amirdir. İştirak nafakası, hakim tarafından talep aranmaksızın kararlaştırılır. Madde hükmünden de anlaşıldığı üzere, ergin oluncaya kadar devam eder. Küçük ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, eğitimi sona erene kadar iştirak nafakası devam edecektir.
‘’TMK’nun 328.maddesinde: “Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.” hükmü yer almaktadır. Yukarıda açıklanan TMK.nun 328/1.maddesi uyarınca; kural olarak, ana babanın bakım borcu çocuğun ergin olmasına kadar devam ettiğinden, anılan maddenin birinci fıkrasının açık hükmü uyarınca küçük ergin olmakla lehine bağlanan iştirak nafakası kendiliğinden sona erer.’’ (Yargıtay 3. HD. E.2015/2658 K.2015/10881 T.11.06.2015)
Velayet Davası
Evlilik birliği içerisinde çocukların velayeti anne ve babada ortaktır. Ancak, bu evliliğin sona ermesi, velayet üzerindeki ortaklığın da sona ermesi sonucunu doğurur. Velayet meselesi, kamu düzenine ilişkin kabul edilir. Bu sebepten velayet düzenlemesi, boşanma davası sırasında resen düzenlenir ve bu hususta tarafların istek ve arzuları değil, çocuğun üstün menfaati gözetilir. Boşanma davasında verilen velayet kararı kesin hüküm niteliğinde değildir. Çocuğun menfaati gerektirdiği takdirde velayet değiştirilebilir. Nitekim, Türk Medeni Kanunu’nun 183. maddesi: ‘’ Ana veya babanın başkasıyla evlenmesi, başka bir yere gitmesi veya ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması hâlinde hâkim, re’sen veya ana ve babadan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alır.’’ Demektedir. Madde metninde gösterilen sebepler sınırlı sayıda sayılmış değildir. Şartlar ve durumlar gerektiriyorsa velayet değiştirilecektir. Bu şartın, velayetin değişmesi için yeterli sebep teşkil edip etmediği, hakim tarafından somut olaya göre değerlendirilecektir. Boşanmada düzenlenen velayet hususunda olduğu gibi velayet davasında da hakimin geniş takdir yetkisi bulunmaktadır. Kanunumuz (TMK 349), velayet hakkına sahip olan anne veya babanın yeniden evlenmesini, tek başına velayetin kaldırılması için yeterli olmadığını belirtmiştir. Yapılan evliliğin, çocuğun menfaatine zarar verecek nitelikte durumlar ortaya çıkarması da gerekmektedir. Örneğin, çocuğun üvey anne veya babasından şiddet görmesi veya velayeti üzerinde olan anne veya babasının ilgisizliği, velayetin değiştirilmesi için geçerli sebep olabilir.
‘’Yeniden evlenme tek başına velayetin değiştirilmesini gerektirmez. Mahkemenin de kabulünde bulunduğu üzere babanın velayetin değiştirilmesini gerektiren ilgisizliği de kanıtlanamamıştır. Davalının velayet görevini ihmal ettiği ve velayetin değiştirilmesi şartlarının (TMK. md. 183, md. 349) oluşmadığı mahkemenin de kabulünde olduğuna göre isbat edilemeyen davanın reddi gerekirken, yazılı olduğu şekilde velayetin babadan alınmasına karar verilmesi doğru görülmemiştir.’’(Yargıtay 2.HD. E.2011/7845 K.2011/20113 T.29.11.2011)
Yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi kanunumuz, anne veya babanın yeniden evlenmesi, başka yere gitmesi ve ölüm gibi durumların çocuğun menfaatine aykırılık oluşturacağı durumlarda, velayetin değiştirileni belirtmiştir. Burada esas kıstas, çocuğun menfaatidir. Dolayısıyla örnekler dışında yaşanabilecek pek çok durum velayetin değiştirilmesi için yeterli sebep oluşturabilir. Anne veya babanın başka bir yere taşınması ve bundan sebep çocuğun alıştığı ortamdan uzaklaşması, çocuğun ruhsal gelişimine zarar verecek nitelikteyse, velinin taşınmak istediği yerin şartları çocuk için zor olacaksa velayet değiştirilebilir. Ancak, anne veya babanın yeniden evlenmesi, velayetin değiştirilmesi için tek başına yeterli sebep oluşturmadığı gibi başka bir yere gitme de tek başına velayetin değiştirilmesi için yeterli değildir. Yine de kısaca velayet davası sebeplerine,
- Velayet hakkına sahip olan anne veya babanın evlenmesinin çocuk için olumsuz durumlar yaratması,
- Velayet hakkının kötü kullanımı
- İlgisizlik ve kötü muamele
- Kurulan kişisel ilişki tesisine aykırı davranış ve çocuğu göstermeme gibi durumlar gösterilebilir.
Evlilik birliği sırasında çocukların velayeti anne ve babada ortaktır. Dolayısıyla evlilik birliği içerisinde eşlerden birinin ölesi durumunda velayet, diğer eşte kalacaktır. Ancak, boşanmış olan eşlerden velayet hakkına sahip olanın ölmesi, velayetin kendiliğinden diğerine geçmesi sonucunu doğurmaz.
‘’Anne ve baba boşanmışlar, 1994 doğumlu küçük O.’un velayeti babaya bırakılmış baba ölmüştür. Velayet hakkı kendisine bırakılan babanın ölümü üzerine velayet hakkı kendiliğinden anneye geçmez. Bu husus düşünülmeden yazılı gerekçelerle davanın reddi doğru değildir.’’( Yargıtay 2. HD. E.2005/12369 K.2005/14634 T.24.10.2005)
Anlaşmalı boşanma ile verilen velayet geri alınabilir mi?
Anlaşmalı boşanma davası, tarafların boşanmanın bütün sonuçları noktasında anlaşması halinde, evlilik birliğinin mahkeme kararıyla sona ermesidir. Bu anlaşma, protokol ile mahkemeye sunulur. Protokolde yer alması zorunlu olan iki husus vardır. Bunlar; boşanmanın mali sonuçları ve ortak çocuğun velayetidir. Ortak çocuğun velayeti hakkında verilmiş olan karar, nihai değildir. Velayet hakkı kendinde olmayan taraflardan biri, çocuğun menfaati gerektirdiği takdirde, açacağı velayet davasıyla geri alabilir. Ancak, Velayeti tekrar alabilmesi için, velayetin değiştirilmesinin çocuk için daha yararlı olacağını ve mevcut durumun çocuk için uygun olmadığını kanıtlaması gerekir.
Velayet davasında görevli ve yetkili mahkeme
Velayetin davasıyla görevli mahkeme aile mahkemeleridir. Aile Mahkemelerinin bulunmadığı yerlerde, Asliye Hukuk Mahkemeleri, Aile Mahkemesi sıfatıyla davaya bakacaktır. Yetkili mahkeme ise davalı veya davacıdan birinin yerleşim yeri mahkemesidir.
Reddedilen velayetin değiştirilmesi davasından sonra tekrar dava açılabilir mi?
”Velayete ilişkin düzenlemeler maddi anlamda kesin hüküm niteliğinde olmayıp, koşulların varlığı halinde her zaman için değiştirilmesi imkan dahilindedir
Velayetin kaldırılması, ebeveynlerden birinden alınarak diğerine verilmesi ve kaldırılan velayetin geri verilmesi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda “çekişmesiz yargı” işi kabul edilmiş (md. 382/2-b-l3) ve basit yargılama usulüne tabi kılınmıştır (HMK md. 316/1-ç). Basit yargılama usulüne tabi davalarda, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesi ile davayı genişletme yasağı başlamakta ise de velayete ilişkin davalar kamu düzeniyle doğrudan ilgili olduğundan re’sen araştırma ilkesi geçerlidir. Davanın bu niteliği, gereği tarafların gösterdiği takdirde delilleri toplandıktan sonra uzman incelemesi (4787 sayılı Kanun md. 5) de yaptırılarak, tüm delillerin hep birlikte değerlendirilmesi suretiyle gerçekleşecek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde kesin hüküm nedeni ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” Y.2.HD E.2014/25031 K.2015/7645 T. 15.04.2015
Velayet kararı verilirken göz önünde bulundurulacak temel ilke, çocuğun üstün yararıdır.
‘’Velayet düzenlenirken; gözönünde tutulması gereken temel ilke, çocuğun “üstün yararı” (Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme md.3; Çocuk Haklarının Kullanılmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesi md. 1; TMK md. 339/1, 343/1, 346/1; Çocuk Koruma Kanunu md. 4/b)’dır. Çocuğun üstün yararını belirlerken: onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişiminin sağlanması amacının gözetilmesi gereklidir. Ana ve babanın yararları; boşanmadaki kusurları, ahlaki değer yargıları, sosyal konumları gibi durumları, çocuğun üstün yararını etkilemediği ölçüde gözönünde tutulur. Bu sebeplerle Mahkemece 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 5. maddesi gereğince Aile Mahkemesi bünyesinde bulunan psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacıdan oluşan uzmanlardan inceleme ve rapor istenip; müşterek çocuğun velayetinin ebeveynlerden hangisine bırakılmasında yararının olduğunun saptanması ve diğer deliller de gözönüne alınarak velayet konusunda bir karar verilmesi gerekir’’ (Yargıtay 2. HD. E.2014/18312 K.2015/2640 24.02.2015)
Küçüğün sözleri, tek başına velayet düzenlemesi için yeterli değildir.
‘’Medeni Kanunun 183 ve 349. maddeleri haklı bir sebebin bulunması halinde velayetin değiştirilebileceğini hükme bağlamıştır. Müşterek çocuk Cihan’ın velayeti 2.4.2003’te babaya bırakılmış aradan iki ay geçtikten sonra bu dava 20.6.2003’te açılmıştır. Geçen bu süre zarfında babadan kaynaklanan velayetin anneye verilmesini haklı kılacak maddi bir hadisenin varlığı ispatlanmamıştır. Başlı başına küçüğün sözlerine değer verilerek velayet düzenlemesi yapılamaz. İsteğin reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.’’(Yargıtay, 2.HD. E.2003/16415 K.2004/2225 T.25.02.2004)