Devleti Aliyyenin Çöküşü ve Hukuk
Hukuk sosyolojisi tek bir esasa dayanır : insana göre hukuk… İnsan, yani medeniyet… Bizim medeniyetimizin temeli İslam’dır. Avrupa’nın kökleri ise Hristiyan. Batı, maddecilik ile dindarlıktan ne kadar uzaklaşsa da kökleri Hristiyanlıktan hiçbir zaman kopmamıştır. Avrupa ile biz iki düşman medeniyetiz. Cemil Meriç’in tabiri ile küffarın karşısında yalın kılıç duran bir düşman…
Yıllarca Devleti Aliyye, hiçbir devlet başkanını padişaha denk görmemiştir. Zira, hiçbir devleti devlet olarak kabul etmemiştir. Bir imparatorluk şuuru. Bünyesinde Türkü, Kürdü, Acemi, Çerkezi, Arabı ve diğer kavimleri barındıran ve her birini İmparatorluğa bağlayan esasın adı İslamiyettir. Gerçekten Devleti Aliyye , miladi 13. yy sonlarında Söğüt’te kurulan devlet değil, 7. yy.da Medine kurulan devletin adıydı. Osmanlı, kendisini Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kurduğu devletin devamı saymakta ve icraatlarına da bu esas üzerine kurmaktaydı.
Devleti Aliyyenin çöküşü üzerine birçok fikir ortaya atılmıştır. Bir netice, çoğu kez birden çok sebebin sonucudur. Ama çöküşe esas en önemli sebep, insan unsuruydu. Nasılsanız öyle yönetilirsiniz kaidesince, devlet idaresi halkın keyfiyetine bakmaktadır. Halksa, Fatih döneminin halkı değildi. Çözülüşün esas sebebi insan unsuruysa da tek sebep şüphesiz bu değildi. Osmanlı devlet adamları, tanzimattan sonra, kurtuluşu batılılaşmada arayanlar ile kendi iç bünyemizde arayanlar arasındaki tartışmaya sahne olmaktadır. Batı kafalı devlet adamı diyebileceğimiz ilk grubun düşüncesi, batılı reformlarla, Osmanlıya saldırmak için hazır bekleyen batının ağzına bal çalınacağını ve Devleti Aliyyenin zaman kazanarak güçleneceğini ve reformlarla da sistemin düzeltileceğini düşünüyordu. Bu ilk grubun düşünce dünyası, köklerinden tamamen kopmuş değildi. Ancak, entelijansiyanın telkinleri ile hercümerç olmuş bir zihin sarmaşığına sahiptiler. Bu grup içinde ciddi bir hain unsuru da barındırmaktaydı. Nitekim ihanetlerin ardı kesilmeyecek, Sultan Abdülaziz’i şehit eden zihniyet, Abdülhamid’i tahtan indirmekten çekinmeyecekti. İkinci grup ise, batılı reformlarla ilerlemenin sağlanamayacağını ve batı dünyasından bu sevimli görüntü ile kurtulamayacaklarının bilincindeydiler. Şüphesiz ilk grup aldanmış ve aldatmıştı. Zira, batı hiçbir reform ile tatmin olmamış ve sürekli fazlasını istemekten geri durmamıştır. İşte çöküşün ikinci sebebini ilk grubun Batılaşma fikri ve içindeki bir kısım hainlerin ihaneti oluşturmuştur.
Tanzimatla birlikte ortaya çıkan bu reform hareketleri, günümüz hukukunun temellerini oluşturmaktadır. Cumhuriyet dönemi ile ortaya çıkan inkılap! denilen değişikliklerin temeli, tanzimatla atılmıştır. Yapılan, değişikliklerin tamamı Osmanlının son döneminde konuşulan ve tartışılan fikirlerdi. Evet Osmanlı yıkılmıştı. Ancak, yıkılışa esas olan amiller, halkın inanç ve yaşayışı değildi. İslam ipini hafifçe gevşetme, çözülüşe sebep olmuştu. Cumhuriyet kadroları ise son dönem Osmanlı kadrolarının devamı olduğundan, batılı fikirler ile halkı değiştirme gayesi gütmüşlerdi. Netice olarak, Müslüman Türk halkına zorla giydirilen batı gömleği…
Şüphesiz, giydirilen gömlek, bu bedene uymuyordu. Çare ise bedeni gömleğe uydurmakta görüldü. Önce devletin dini İslam olmaktan çıkarıldı. Ardından diğer değişiklikler. Takriri Sükun ile susan bir nesil. İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsanız. İnanmadığı gibi yaşanmaya zorlanan bir nesil… Köylülerin jandarmadan Kuran sakladığı yıllar. Şapka giymedi diye katran sürülen başlar. Netice, ne Avrupalı ne de İslam… Ortada kalan bir toplum…
Görüldüğü gibi çözüm hukuka göre toplum inşasında görüldü. Sanıldı ki bir nesil, kanun ve nizamla başka bir medeniyete kalbolacaktı. Bir medeniyetin başka bir medeniyete istihalesi mümkün müdür? Bu hatanın bedelini, “Bu Ülke”nin her bir ferdi ödedi ve ödemeye de devam etmektedir.
Örnek verelim: Hukuk Fakültesi sıralarına yeni oturmuş genç hukukçunun ilk talimi Aile Hukuku. Medeni Kanunda yerini bulan ve fakültedeki genç dimağlara aktarılan bir kavram, ayrılık… Kanuna göre, taraflar boşanma talep edebilecekleri gibi Mahkemeden ayrı yaşamalarına da karar verilmesini isteyebilirler. Meslek hayatımız boyunca uygulamasını görmediğimiz bir durum. Araştırdığımızda çıkan sonuç şaşırtıcı değildi. Katolik Batı Hukukunda, dindar bir hristiyanın boşanması yasak olan bir hal. Kilise bu durumu hafifletmek için ayrılık müessesini ihdas ediyor. Boşanamayan taraflar, ayrılık kararı ile problemlerini çözüyor ve sorunlarından kurtuluyor. Batı açısından ne kadar anlamlı ve mantıklı. Zira, hukuk topluma göre tanzim edilmekte ve halkın ihtiyaçları göz önünde bulundurulmaktadır. Peki Türkiye’nin yüzde kaçı Katolik Hristiyan ahaliden oluşmaktadır ki, ayrılık müessesini kanunlaştırma gereği duyulmuştur? Tercüman çevirileri ile oluşturulan bir kanun..
Bir başka misal: Miras. Müslümanlar ölüm ile hak sahibi haline geldikleri mamelek üzerinde İslamın tasfiyesini istemekte ancak karşılığında bir hukuk nizamı bulamamaktadırlar. Osmanlı döneminde, gayrimüslim ahali, ahvali şahsiyede kendi hukukunu tatbikte hürdü. Osmanlıdan ileri olduğunu iddia ettiğimiz hukuk sisteminde, Müslümanların ahvali şahsiyesine ilişkin talepleri görülmez ve evlenmesi, boşanması, ölümü üzerine kalan malların paylaşımında, batının örfü esas alınır. İnanmadığı bir hukuka göre idare olunan bir nesil..
İnfaz Hukuku ile ortaya çıkan kaos ise tam bir fecaat. Hırsızın elinin kesilmesi, katile kısas tatbiki adalet muktezasındandır. 20’yi aşkın dosyasına rağmen sirkatten geri durmayan hırsız, namı yürüsün diye gasp yapan zorba…Suçlu, denetimli serbestlik çılgınlığıyla ödüllendirilmektedir. Suçluların ıslah edildiğini söylemek ise körlüktür. Hukuk sistemi, tabanından çatlamıştır. Medeniyetimizi temsile memur şahsiyetlere özlemi, çatlamış toprağın suya özlemi gibidir. Değişim kaçınılmazdır.
Hukuk sisteminin özetini verdiğimiz bu yazı ile ifade ettiğini düşündüğümüz gerçek şudur : Kurttan post olmaz. Avrupa’nın dün olduğu gibi bugün de müktesebat adı altında tatbike zorladığı mevzuat değişiklikleri ile adaletin gerçekleşeceğine inancımız ahmakça bir taassuptan başka bir şey değildir. Bilim ve teknikteki ilerleme ile medeniyetteki terakki bambaşka esaslara dayanır. Avrupanın bilim ve teknikte gelişmiş olması, onları medeni kılmamaktadır.
Burada hep cılız da olsa bir itiraz yükselir. Avrupa Medeni bir Ülkedir diye. Medeniyetin ölçüsü insandır. Kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan Avrupanın vahşi olduğunu görmek için illaki bir Çanakkale Savaşına ihtiyaç yoktur.
Kan dökmüş ve dökmeye devam eden Ülkeler nasıl Medeni olabilir? Bugün Fransa, İngiltere, Almanya Medeni Devletler midir ? Kendi düşüncesinde olmayan insanlara yaşam hakkı tanımayan; ilk önce Avrupalılaşma, sonrasında Batılaşma en son da Küreselleşme adı altında farklılıkları yok eden zihniyetin ürünü Avrupa değil midir ? Avrupa Medeni diye tanımlayacağımız hangi değeri insanlığa bahşetmiş. Bir günde binlerce ölüme sebebiyet veren Avrupa ve zihniyeti değil midir ? Ruanda soykırımının baş mimarı Fransa mı, Sömürgeci İngiltere mi yoksa daha 70 yıl öce milyonlarca kişinin ölümüne sebebiyet veren Almanya mı Medeniyetin mimarıdır ?
Ağaç kökü ile yaşar. İnsan da öyle. Medeniyetimizin köklerine inmemiz bir zaruretin gerekliliğidir. Köklerden beslenmeyen bir hukuk sisteminin yaptığı tahribat ortadadır. Türkiye’de adalete olan güven çok zayıftır. Hukuk sistemindeki aksaklıklara bir çözüm getirilmesi gerektiği aşikardır. Bu çözüm, topyekün bir dirilişle olmalıdır. İslam ile tekrardan dirilen bir nesille…